top of page

Kayıp ve Yas

 

Kayıp ve yas konusunu iki farklı bakış açısı üzerinden sunmaya çalışacağım. Bunlar: psikanalitik aile terapisi ve duygu odaklı terapi. Psikanalitik kuramın öncüsü Freud’un Yas ve Melankoli adlı eserinde şöyle diyordu: 

“ Yasta gerçeklik testinin emrinin ayrıntılı biçimde yerine getirilebilmesi için zaman gereklidir; bu görev tamamlandığında benlik de libidosunu kayıp nesnenin üzerinden çekecektir.” (S.E. 14, s.252) Kaybedilenin hatıraları ve ona bağlanan umutlar, kişinin gerçeklik hükmüyle karşılaşmasıyla birlikte ona olan bağlılığını gözden geçirmeye başlıyor. Kateksis ve de-kateksis bu konuda önemli bir yer tutuyor. Enerjimiz, söz konusu olan nesneden tam anlamıyla uzaklaşmıyor ve o enerjiyi kendi içimize alıyoruz. İçimize gömüyoruz da diyebiliriz. Zaman zaman da bir bakıyoruz ki o kaybettiğimiz kişi oluveriyoruz. Onu içimize almamız biraz da ondan, onun büyülü dünyasından uzaklaşmamak içindir. Gözlemlerim de bana bunu söylüyor, en yakınlarından biri yitirildiğinde, gidişinden sonra iyice ona benzemeye başladı derler yas tutan kişi için. Her ne kadar içe gömülse de bu yası tutulan kişi, yas tutan da bir miktar enerji de dışarıda kalıyor. Bu enerji de, yas tutan kişinin ailedeki diğer üyelere ya da yeni bir kişiye yatırılıyor.

Daha ilişkisel baktığımızda da Melanie Klein, normal yas sürecini en erken süreçlerimizdeki gerçeklik testiyle yakından ilişkisi olduğunu söylüyor. Bir nevi şimdi yaşadığımız yas sürecini, erken çocuklukta da yaşıyoruz, diyor. Ona göre, şimdiki yasla, erken çocukluktaki yas bir şekilde uyuşuyor. Bu da çocuğun memeden kesilmeden önce yaşadığı depresif duyguların ta kendisi. Erken çocuklukta da bir nevi melankoli yaşıyoruz aslında. Oradaki yas hem anne memesi, hem de sevgi, iyilik ve güven gibi memenin temsil ettiği duygulardır. Yası işleyen kişinin yaşadığı acı sadece dış dünyayla olan bağlarını yenilemek ve bununla birlikte kayıpla tekrar yüzleşmek değil, sarsılan ve çökme tehdidi altındaki iç dünyanın yeniden kurulmasını gerektiren arzudur. Bu da erken çocuklukta depresif konumdayken bilinçdışı olarak kurulmaya çalışılan iç dünyayla çok örtüşmektedir. Bunun örneğini de normal yastaki kişinin ev eşyalarının yerlerini değiştirerek evi toplayarak aslında çocukluk depresif konumuyla başa çıkmada kullandığı savunmaları burada da obsesif tekrarlarla kendini gösteriyor. Bununla birlikte bu acı bazen de süblimasyonlara yol açarak kişinin  resim yapmaya, yazı yazmaya veya başka aktivitelerle uğraşmasına katkı sağlar. Bu yolla kişi farkında olmadığı becerileri gün ışığına çıkarmış olur. Bu derinlemesine çalışmalarla da “Kayıp Cennetin Tekrar Bulunuşu” gibi, yitirdiğimizi sandığımız nesnelere olan sevgimiz ve güvenimiz artar çünkü bu süreçler yitirilenin iyi ve yardımsever olduğuna dair inancımızı artırır. Bir nevi iç yaşam yenilenmeye başlar. Her ne kadar normal yas sürecinin erken süreçlerle benzerliği ve ilişkisi olsa da fark olarak bebeğin kaybettiği memeye ya da biberona dair olan yası annenin orada olmasına rağmen devam eder. Oysa bir yetişkinin kederi gerçek bir kişiyi gerçekten kaybettiğinde ortaya çıkar. Erken çocukluktaki nesneyi içselleştirmişse bu travmatik olayla daha kolay baş edebilecektir. Ailenin bu sorunla ve beraberinde getirdiği semptomlarla nasıl başa çıktığı önemlidir. Bireysel anlamda ortaya çıkan dinamikler aile işin için girdiğinde ilişkilerle birlikte farklı bir boyut kazanıyor. 

 

Bu noktada duygu odaklı terapiye geçmek istiyorum. Duygu odaklı terapi çiftlere yakın ilişkilerinde güvenli bağlanma yaratmaya çalışan bir terapi modelidir. Bu yaparken de bağlanma kuramını temel alır. Kayıp ve yası açıklamaya çalışırken daha fazla bağlanma kuramına atıfta bulunacağım. Bowlby (akt. Write ve Hogan, 2008), sevilen kişinin kaybını çevreleyen durumların yas süresinin yoğunluğunu, uzunluğunu ve karakteristiğini nasıl etkileyeceğini ortaya koydu. Yas tutan kişinin önce hissizlik yaşadığı ve şok sürecinde olduğu söylenebilir.Bu kadar yoğun stresi ya da öfkeyi yaşarken zaman zaman patlamalar yaşayabilir. Bu bir nevi de savunma mekanizmasıdır aslında. İkinci evrede, kaybedilen özlemle aranmaya başlar ve daha sonra umutsuzlukla onsuz da hayata devam etmek zorunda olduğuyla karşı karşıya gelir. Dördüncü evrede ise kişi daha başarılı bir şekilde yasın getirmiş olduğu ayrılığa bağlı depresif semptomlarla başa çıkmaya çalışır. Aslında bu başa çıkma güvenli bağlandığı nesnenin, yası tutan da yer eden mental representasyona bağlıdır. Ağıtlara baktığımızda, beni kime bıraktın da gittin, feryadını çok duyarız. Burada mesele kalanın ne olacağıdır. Duygu odaklı terapide yetişkin bağlanma kuramını da düşündüğümüzde romantik ilişkide kaygılı bağlanan bireyin bir yasla karşılaşınca eşine karşı duymayacağı güvenle içe kapanacağı ve daha depresif bir tablo sergileyeceği düşünülebilir. Yabancılaşmaktan ve içe kapanmaktan öte, ilişkiselliği korumak ve şimdiki duygusal yaşantıyı diğeriyle değiştirmek gerekiyor. Yani üst yüzeyde görünen tepkileri değil, aslında onun altında yatan istekleri ihtiyaçları bireylerin ortaya çıkarması gerekiyor (birincil-ikincil duygular).

 

Güvensiz bağlanma yerini güvenli bağlanmaya bırakırken daha fazla ilişkisellikten bahsediyor. Her ne kadar psikanalitik bakışta nesne ilişkileri kuramı bireysellikle ilişkilsellik arasında köprü görevi görüyor gibi gözükse de duygu odaklı terapiye nazaren daha tek taraflı bir bakış ortaya koyuyor. Fakat her ikisinin de vurgu yaptıkları gelişim dönemleri farklılık göstermiyor. Şunu da vurgulamakta fayda var, bağlanma kuramından bahsettiğimizde daha boylamsal ve aynı zamanda yetişkinlikteki bağlanmadan da söz etmiş oluyoruz. En büyük farkları olarak da duygu odaklı terapinin şimdi ve burada ilkesine odaklanarak bu travmayı ele almasını söyleyebiliriz.  

Farkında olmadan, hayatımızda en az bir kez travma yaşadığımız söylenebilir. Kalbime gömdüm sözü bu açıklamalarla birlikte daha anlamlı hale geliyor. Freud’un sözünde olduğu gibi “Yitirilmiş sevgi nesnesinin gölgesi benliğin üzerine düşer”.

 

 

Kaynakça:

Freud S. (1917). Mourning and Melancholia. Strachey J. (Ed), Volume 14, Hogarth Press, London 1964.

Johnson, S. (2004). The practice of emotionally focused therapy. Creating connection. NewYork: Brunner Routledge.

Klein, M. (2008). Sevgi, Suçluluk ve Onarım. (Habip, B. Çev.). İstanbul: Pusula Yayıncılık. (Orj. kitap  1945’te yayımlandı).

Wright, P. M., & Hogan, N. S. (2008). Grief Theories and Models. Journal of Hospice and Palliative Nursing. Vol. 10, No. 6, 350-356.

            

 

                        

                        

 

                         

                       

 

 

                      salih@salihhafizoglu.com

© 2020, Salih Hafızoğlu
    Tüm hakları saklıdır.

bottom of page